Geçen ay Volkswagen’in yaşadığı talihsiz olay geçmişte
Amerika’da Dünyaca ünlü finans ve yatırım şirketlerinde yaşananlardan özünde
farklı değil. Nedir yaşananların ortak noktası. Bu şirketlerde bir CEO var. Bu
CEO yönetim kurulana karşı sorumlu. Yönetim kurullarının baktığı tek şey var, kâr
yani para. Ne kadar kâr, o kadar ikramiye. Bu şirketlerde yönetim kurulu
üyelerinin bir yıllık kazançlarını bizler hayatımız boyunca kazanamıyoruz. Evet,
neden böyle oluyor? Neden bu insanlar sadece kâr odaklı çalışıyorlar?
Sürdürülebilirlik alanında neden istenen gelişme elde edilemiyor? (Ben bu
satırları yazarken haberlerde IMF Başkanı Christine Lagarde böyle giderse “
Tavuk gibi kızaracağız” diyen demeci alt yazı olarak geçiyordu.)
|
Kapitalist Organizasyon |
Sürdürülebilirlik ile ilgili olarak
yazılı kaynaklarda birçok tanım var. Neo-liberaller sürdürülebilirlikten daha
çok kurumun performansının sürdürülmesini anlıyorlar, toplumcular ise kurumun
varlığını insanlığa ve yeryüzüne zarar vermeden sürdürmesini savunuyorlar.
Toplumculara göre kar maksimizasyonu en önemli kıstas değil. Bu tanımlar
arasından benim de beğendiğim John Marshall Roberts’a ait tanımı bu yazımda
paylaşıyorum;
“sürdürülebilirlik,
kurumlar ve toplumumuzun uzun vadede ayakta kalabilmesi için organizasyonların
ve toplumun yeniden tasarlanmasıdır.” Yani çözümü mevcut sistem içinde
bir iyileştirme olarak görmeyip, üretim sisteminin sıfırdan tasarlanması lazım.
Benim düşüncem şu; mevcut hisseli sermaye yapısı altında çalışan şirketlerin sürdürülebilirlik
çalışmalarından tek başına netice almaları biraz hayalî çünkü sürdürülebilirlik
kavramı ve sahip olunması gereken paradigmalar, içinde yaşamlarını
sürdürdükleri hissedar kapitalizminin paradigmaları ile çelişiyor.
Sürdürülebilirlik ayrı bir paradigma seti gerektiriyor. Örneğin bir şirket
enerji kıtlığı ve fiyat artışlarının maliyetlerini ve uzun vadede rekabet
gücünü etkileyeceğini düşünüyorsa bunu bir risk olarak değerlendirir, yani bu
benim için bir risk yönetimi konusudur. Gerekiyorsa kendi enerji yatırımlarını yapar
ki bugün bir sürü örneği var. Bunu yaparken içinde bulunduğu sistemin
paradigmalarıyla çelişmez. Yönetim kurulu memnun kalır. Ben bunu
sürdürülebilirlik yolunda bir çalışma olarak görmüyorum. Sürdürülebilirlik
konusu büyüme ekonomisinin yol açtığı sorunlara tepki olarak ortaya çıktı.
Şimdi büyüyen Türkiye ekonomisi içinde bir şirketin kendi enerjisini üretmesi o
şirketin kendi sürdürülebilirliği yolunda ona biraz daha zaman kazandırıyor ama
toplumun/sistemin sürdürülebilirliğine bir çözüm sağlamıyor. Makro düzeyde,
toplumu bir sistem olarak görüp, ekonomi, çevre ve sosyal yapının
sürdürülebilirliğini sağlayamazsak bir şirketin bu yöndeki çalışmaları fazla
bir sonuç sağlamaz. Yani burada bu sorunlara sistem yaklaşımı bakış açısıyla
yaklaşmamız lazım. Dolayısıyla sürdürülebilirliğin toplumsal düzeyde bir sorun
olduğunu kabul etmemiz ve bu yolda politikalar geliştirmemiz gerekir ki, bu da
hissedar kapitalizmi ile çelişiyor. Demek ki hem dünyada hem de ülkemizde yeni
bir paradigma setine ihtiyaç var. Paradigma değişimi ancak yeni değerler seti
oluşturmakla mümkün. Tabii ben burada
çalışanların uyması gereken takımdaşlık, sorumluluk alma gibi değerlerden
değil, yönetim kurullarının uyması gereken açıklık, hesap verebilirlik,
dürüstlük gibi değerlerden bahsediyorum. Kurumlarda her gün bireysel ve örgütsel
düzeyde birçok karar alınır. Çalışanların ve yöneticilerin bireysel olarak
verdikleri kararlar, kendi dünya görüşlerinden etkilenir ve kendileri açısından
neyin önemli olduğunu gösterir. Aynı şekilde yönetim kurulu üyeleri de şirket
hakkında makro düzeyde kararlar alırlar. Geçmişte yaşanan krizlerde, değerlere
bağlı kalınmaksızın alınan etik dışı kararlardan dev şirketlerin düştükleri
durumlara hepimiz şahit olduk (ENRON, Siemens, Lehman Brothers, Arthur Andersen
vs.) Mevcut öğrenme süreçlerinde edinilen bilgilerle oluşan dünya
görüşleri başarıyı finansal performansla ilişkilendiriyor. Finansal olarak
başarılı olamayan yöneticiler ve şirketler kendilerini bu Dünya’da başarısız
olarak görüyorlar. Demek ki bizi motive eden, finansal performansımız ve
değerlendirilme sistemi mevcut değer setlerinden etkilenmektedir. Bu değer
setleri genellikle bencil, kısa vadeli ve kâr maksimizasyonunu teşvik
etmektedir. Verilen mesaj ne olursa olsun çok para kazanmaktır. Harvard
Business School MBA programında 15 sene boyunca yönetim dersleri veren Prof. Shoshana
Zuboff, bugünkü duruma gelinmesini yöneticilerin aldığı eğitimin payı olduğunu şu
şekilde ifade etmiş:
“ Benim ve arkadaşlarımın öğrettikleri, dünya
ekonomisindeki istikrarsızlığın, kapitalizmin kötüye gidişinin ve çekilen
acıların başlıca sebebidir. Bizler aptal veya şeytani duygulara sahip insanlar
değildik ancak istemeden de olsa dünyanın önemli bir kesimi tarafından
güvenilmeyen ve nefret edilen yönetici ve profesyonel neslinin yetişmesine yol
açtık. Bu tam bir başarısızlıktır.”
Evet, sürdürülebilirlik sorununu
çözmek için yeni değerler seti oluşturmak gerekiyor. Sadece kâr amacı gütmeyen,
insanları ve Dünyamızı da önemseyen, kapsayıcı bir Dünya görüşüne ihtiyaç var. Bugünkü
koşullarda değişime direnç nedeniyle bunu yönetim kurulları seviyesinde
oluşturmak oldukça hayalî. İşletme okullarından başlayacak uzun bir çalışma
gerektiriyor maalesef. Lagard’ın uyardığı gibi geç kalıyoruz.
“İnsanoğlunun ayakta
kalabilmesi ve daha üst seviyeye çıkabilmesi için, yeni ve daha ileri bir
düşünce sistemine sahip olması gerekir” Albert Einstein
Not: The Costs of Capitalism's Crisis: Who Will Pay? (Prof. Richard Wolff) izlemenizi tavsiye ederim.
1 comment:
Yazınızın sonundaki Einstein'ın sözüün devamı niteliğinde gördüğüm için eklemek istedim:
"We can't solve problems by using the same kind of thinking we used to create them." (Albert EINSTEIN)
Ellerinize sağlık,
Saygılarımla.
Post a Comment