Yıldız
Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Güler ARAS tarafından kurulan
Kurumsal Yönetim ve Sürdürülebilirlik Uygulama ve Araştırma Merkezinin (CFGS) düzenlediği toplantıda konuşmacıları dinlerken
geçenlerde seyrettiğim Elysium ( Matt Damon, Jodie Foster) isimli
filmi hatırladım. Filmde Dünyamız kapitalist üretim sistemi tarafından yok olma
aşamasına getirilmiş, çevre tamamen kirlenmiş, kaynaklar yetmediği için yeterli geliri
olmayan insanlar dünya üzerinde ölüme terk edilmiş, zenginler ise bir araya
gelerek dünyanın çevresinde yarattıkları dev bir uydu gezegen (Elysium) içinde
cennetten çıkma bir hayat yaşıyorlar.
İnsanlık Bu Duruma Nasıl Geldi?
"Bunu Tanrı Yapmadı Biz Yaptık" |
Sidney
Teknoloji Üniversitesi öğretim üyelerinden
Dunphy ve Benn “Organizational Change For Corporate Sustainability” isimli
kitaplarında 19.yüzyılın başında modern organizasyonun ortaya çıkışını bütün bu
olumsuz gelişmelerin başlıca tetikleyicisi olduğunu savunmaktadırlar.
Organizasyonlar yeryüzü kaynaklarını kullanarak çevremizi şekillendiren
zenginliğe aracılık ediyorlar. Bugün özellikle uluslararası şirket diye
isimlendirilen organizasyonlar sahip oldukları dinamizmle doğayı ve toplumu şekillendiriyorlar.
Kurumsal otokrasi ve neo-liberal kuramların baskın olduğu serbest piyasanın
değerler sistemi, gezegenin ekolojik dengelerini tahrip ederek, milyonlarca
insanı fakirliğe sürüklemektedir (Örnek; Brezilya yağmur ormanları). Doğal
kaynaklar kurumsal karlılık için yağmalanırken fabrikaların zehirli atıkları
yeryüzündeki canlıların yaşam alanlarını hızlı bir şekilde yok etmektedir. Bu
kirlenme Türkiye gibi teknoloji ve sermaye kıtlığı çeken az gelişmiş veya
gelişmekte olan ülkelerde daha da belirgindir. İşte sorun burada; üretim
organizasyonlarımızı, mevcut örgütleri yok etmeden, insanlara ve yeryüzündeki
diğer yaşama zarar vermeden ve ekolojik dengeyi koruyarak nasıl
değiştirebiliriz?
Sürdürülebilirlik ve
Yeni Paradigma İhtiyacı?
Sürdürülebilirlik
ile ilgili olarak literatürde birçok tanım var. Neo-liberaller sürdürülebilirlikten
daha çok kurumun performansının sürdürülmesini anlıyorlar, toplumcular ise
kurumun varlığını insanlığa ve yeryüzüne zarar vermeden sürdürmesini
savunuyorlar. Toplumculara göre kar maksimizasyonu en önemli kriter değil. Bu
tanımlar arasından benim de beğendiğim John Marshall Roberts’a ait tanımı bu
yazımda paylaşıyorum; “sürdürülebilirlik,
kurumlar ve toplumumuzun uzun vadede ayakta kalabilmesi için organizasyonların
ve toplumun yeniden tasarlanmasıdır.” Yani çözümü mevcut sistem içinde bir
iyileştirme olarak görmeyip, üretim sisteminin sıfırdan tasarlanması lazım.
Değişim yönetiminde bu dönüşüme transformasyonel değişim deniyor.
Bu noktada aklıma Albert
Einstein’a ait şu özdeyiş geldi:
“Karşılaştığımız önemli sorunları, onları yaratırken
sahip olduğumuz düşünce düzeyiyle çözemeyiz' “
Demek ki sürdürülebilir şirket ve toplum olma vizyonumuzu mevcut
bilinç düzeyi ve paradigmalarla gerçekleştiremeyeceğiz. Düşünce yapımızda kişisel
düzeyde ciddi zihin değişikliği, toplumsal düzeyde ise kültürel değişim
gerektiriyor. İş dünyasının yeni bir paradigma ve iş modeline ihtiyacı var.
Paradigma ve bilinç, öğrenim sürecinde ve yoğun iletişimle oluştuğundan, kurumların
bunu yalnız başlarına oluşturmaları zor. Siz bu değişimi şirketiniz içinde
başarsanız dahi, şirket dışı paydaşlarla olan bağlantılar nedeniyle istenilen
sonuç alınamaz. Sektörlerin ve toplumdaki tüm paydaşların işbirliğini
gerektirir. Yani üniversitelerin MBA ve CEO yetiştirme programlarının içeriklerinde
yer alan, şirketin ve CEO’nun finansal performansını tek başarı kriteri olarak
gören mesajlar, yerlerini tüm paydaşların ve toplumun çıkarını düşünen
mesajlarla yer değiştirmesi lazım. Yani bir nevi paydaş kapitalizmine yol
açmamız lazım. Tabii bu dönüşümü Dünya’yı yöneten patronların heyecanla kabul
edeceklerini sanmıyorum.
Harvard Business School MBA
programında 15 sene boyunca yönetim dersleri veren Shoshana Zuboff, bugünkü
duruma gelinmesini yöneticilerin aldığı eğitimin payı olduğunu aşağıdaki
şekilde ifade etmiş:
“ Benim ve arkadaşlarımın öğrettikleri, dünya
ekonomisindeki istikrarsızlığın, kapitalizmin kötüye gidişinin ve çekilen
acıların başlıca sebebidir. Bizler aptal veya şeytani duygulara sahip insanlar değildik
ancak istemeden de olsa dünyanın önemli bir kesimi tarafından güvenilmeyen ve
nefret edilen yönetici ve profesyonel neslinin yetişmesine yol açtık. Bu tam
bir başarısızlıktır.”
Yine
North Carolina Üniversitesi Business School Profesörlerinden Michael Jacobs 24
Nisan 2009 tarihli Wall Street Journal’de kaleme aldığı “How Business Schools
Have Failed Business” isimli makalesinde Shoshana Zuboff’un görüşlerini
destekliyor:
“Bugünkü ekonomik krizin kökeninde İş
İdaresi programlarında yeterince üzerinde durulmayan üç temel başarısızlık var;
iş liderlerine uzun vadeli değerleri dikkate alan bir teşvik ve ödüllendirme
sistemi tasarlanmasını, yönetim kurullarının doğru oluşturulması ve
sorumluluklarını, diğer paydaşlarla ilişkileri öğretseydik, bugün yaşadığımız
ekonomik sorunlardan kaçınabilir miydik?”
Yukarıda itiraf
edildiği gibi mevcut sistemin baskısıyla kendilerini sadece yönetim kurullarına
ve hissedarlara karşı sorumlu hisseden CEO’lar ve kendilerini toplumdan ayrı
konumlandıran büyük hissedarlar, hayatın gerçeklerinden uzakta sanki başka bir
dünyada yaşıyorlar. Hisse piyasaları kumarhanesinde oynayıp kazanmak
özgüvenlerini kazanmanın tek yolu olarak görüyorlar. Şirketlerinin hisse senedi
fiyatları, aldıkları bonuslar ve biriktirdikleri serveti öz değerlerinin bir
ölçüsü olarak algılamaktalar. Dünya batıyormuş kimin umurunda?
Kurumları ve
liderlerini sahip oldukları değerlere göre ölçen “Corporate Transformation
Tools” isimli bir sistem geliştiren Prof. Richard Barrett,
Maslow’dan esinlendiği “Kurumsal Bilincin 7 Seviyesi” isimli modelinde,
bu algılama biçimini en alt düzey bilinç seviyesi olarak göstermektedir. Bu
bilinç seviyesinde insanlar ve organizasyonlar en temel egolarının
ihtiyaçlarını karşılamayı başarı olarak görmektedirler.
Kurumsal Bilincin 7 Seviyesi Modeli
Değerlerin
Sürdürülebilir Şirket Olmada Önemi Nedir?
Kurumlarda
her gün bireysel ve organizasyonel düzeyde bazı kararlar alınır. Çalışanların
ve yöneticilerin bireysel olarak verdikleri kararlar, kendi dünya görüşlerinden
etkilenir ve kendileri açısından neyin önemli olduğunu gösterir. Aynı şekilde yönetim
kurulu üyeleri de şirket hakkında makro düzeyde kararlar alırlar. Geçmişte
yaşanan krizlerde, değerlere bağlı kalınmaksızın alınan etik dışı kararlardan
dev şirketlerin düştükleri durumlara hepimiz şahit olduk (ENRON, Siemens,
Lehman Brothers, Arthur Andersen vs) Mevcut
öğrenme süreçlerinde edinilen bilgilerle oluşan dünya görüşleri başarıyı
finansal performansla ilişkilendiriyor. Finansal olarak başarılı olamayan
yöneticiler ve şirketler kendilerini bu Dünya’da başarısız olarak görüyorlar.
Demek ki bizi motive eden, finansal performansımız ve değerlendirilme sistemi
mevcut değer setlerinden etkilenmektedir. Bu değer setleri genellikle bencil,
kısa vadeli ve kar maksimizasyonunu teşvik etmektedir. Verilen mesaj ne olursa
olsun çok para kazanmaktır. Şimdi bütün Dünya’ya hakim çok uluslu şirketler
Çinliler işsiz kalmasın diye mi tüm üretimlerini Çin’e kaydırdılar? Kar
maksimizasyonu peşinde koşarken uzun vadede kendi gençleri işsiz kaldı.
Collins&Porras’ın “Built To Last”
isimli kitaplarında Amerika’da uzun yaşam eğrisine sahip şirketlerde yaptıkları
araştırmada bu şirketlerin ortak özelliklerinin etik ve değerlere sahip olmanın
şirketler için iyi bir şey olduğunu anlamış bilinçli liderlere sahip
olmalarıdır. Kim olduklarının ve yaşam misyonlarının öneminin, en az
ürettikleri malın ve hizmetin kalitesi kadar önemli olduğunu anlamışlardır.
Şirketlerde çalışanların ve liderlerinin etik ve değerlere sahip olmadığı
şirketler, kurumsal bir yapıya sahip olsalar bile bu onlara sürdürebilirlik
yolunda avantaj sağlamaz. Richard Barrett’in de” Building a Values‐
Driven Organisation” isimli kitabında da araştırmalara dayandırarak
vurguladığı gibi, ancak üst seviyelerde bilinç düzeyine ve değerlere sahip
liderlerin yönettiği şirketlerin uzun vadede yaşama şanslarının olduğunu
söyleyebiliriz. Evet, işin akademik ve teorik çerçevesinde bu gibi çalışmalar
var. Bundan sonra önemli olan şu sorulara cevap aramak; Bu yeni
stratejiyi uygulamaya nasıl geçireceğiz? Kurumlar niye direnç gösteriyor? Bu
direnci aşmak için ne yapmak lazım? Sürdürülebilirliğe yönelik bir
organizasyonel kültürün özellikleri nelerdir? Şirketlerde yukarıdan aşağıya tüm
çalışanlar günlük karar süreçlerinde sürdürülebilir kararlar alabilmeleri için
ne yapmak lazım? Sürdürülebilir bir şirkette kısa ve uzun dönem başarı
kriterleri nasıl belirlenecek? Kısacası organizasyonlar sürdürülebilirlik
yolunda bir değişimi nasıl gerçekleştireceğiz? Evreleri nelerdir? Nasıl bir değişim modeli uygulamamız lazım? Sanıyorum bu
soruların hem şirketlerin içinde hem de akademi çevrelerinde tartışılmaya
başlanmasında fayda var.
Bütün
olumsuzluklara rağmen yeryüzünde bir avuç bilinçli iş adamı ve akademisyen,
sivil toplum gönüllüsü, gözü kapalı mevcut durumu sürdürmek yerine, şirketlerin
ve endüstrilerin sürdürülebilir bir yapıya kavuşmaları için mücadele
veriyorlar. Sürdürülebilir bir yaşam ancak bireylerin kendi davranış ve
alışkanlıklarında değişimi kabul etmeleri ile başlar. Eski değerlere göre zihin
yapısı şekillenmiş bizim nesillerin bu değişimi kabullenmeleri oldukça zor.
Yine de ümitsiz olmamak lazım, demek ki bıçak kemiğe dayanmamış. Değişimin
gerçekleşmesinin bazı şartları var. Maalesef bizim gibi duygusal faktörlerle
motive olan toplumlar sorunlara öngörülü davranmak yerine bıçak kemiğe
dayanınca tepkisel çözüm geliştirmeyi tercih ediyorlar. Bu durumda tüm
zenginlere şunu önerebilirim; gecikmeyin Elysium’da yerinizi ayırtın, biletler
tükenmek üzere…
Serdar Yurdakul
Değişim Yönetimi Danışmanı
Yararlanılan
Kaynaklar:
Leading Change Toward Sustainability, Bob
Doppelt
Organizational Change For Corporate
Sustainability, Dexter Dunphy, Suzanne
Benn
Liberating the Corporate Soul, Richard Barrett
Building A Value Driven Organisation, Richard Barrett
Built To Last, Collins&Porras
http://degisimyonetimi.blogspot.com/2010/03/kurumsal-kultur-degisim-surecindeki.html, Serdar Yurdakul