Günümüzde yönetim, ekonomi, siyaset, sosyal politika ve uluslar arası ilişkiler alanlarında alınan kararların istenen etkiyi vermemesi ve çok kısa geçmişte alınan kararların bugün hatalara ve maliyetlere sebebiyet vermesi bizim alışılmış düşünme ve karar alma yöntemimizden kaynaklanmaktadır. Doğrusal düşünme (lineer düşünme) olarak bilinen bu düşünme yöntemi - kökleri Newton’a uzanan- sistemlerin bu kadar karmaşık olmadığı dönemlerden kalma bir alışkanlığımızdır. Günümüzün karmaşık ilişkiler dünyasında sadece aysbergin su üzerindeki görünen kısmında yer alan sebep-sonuç açıklamaları ile karmaşık ağlardan oluşan sistemleri anlamız ve sorunlara çözüm bulmamız mümkün değil. Mesela arabanızla giderken benzininiz bitiyor (sebep) ve motorunuz duruyor (sonuç). Bu tarz problemlerin analizinde doğrusal düşünme işe yarayabiliyor ancak günümüz dünyasında sistemler (örgütler, toplumlar, gruplar vs.) birçok karmaşık ilişki ve karşılıklı ilişkiden oluşur. Bu ilişkilerin çözümlenebilmesi ve atacağınız bir adımın ne gibi sonuçlara yol açabileceğini anlayabilmeniz için daha sistemli bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Bu noktada sistem düşüncesi devreye girer ve olaylara neden-sonuç ilişkisi içinde birden fazla değişkeni aynı anda değerlendirerek farklı çözüm yolları bulmaya yönlendirir. Dolayısıyla insanlar sistem düşüncesi çok havalı olduğu için sistem düşünürü olmazlar; bunu yapmalarının sebebi artık günümüz dünyasında doğrusal düşüncenin sorularını yanıtlamayacağını keşfetmeleridir.
Sistem
odaklı düşünme, mevcut bir sistemik yapının işleyişini anlamak ve çözüm
geliştirmek için güçlü bir yaklaşımdır.
Sistem Yaklaşımı, organizasyonu,
bir bölümündeki küçük faaliyetlerin, müdahalelerin veya değişikliklerin diğer
bölümler ve bir bütün olarak organizasyon üzerinde bir etkiye sahip olduğu bir
sistem olarak görür. Bir başka kaynakta
sistem düşüncesine duyulan ihtiyaç aşağıdaki şekilde özetlenmiş:
Sistem düşüncesine neden ihtiyaç duyuluyor?
- Dünyadaki karmaşık sistemlerin zamanla artışıdır. Dünyadaki sistemler, küreselleşme, bilgi ve teknolojinin gelişimi ile gittikçe karmaşık bir hal alır (Laszlo, 1972).
- Düşünme şekilleri ve geleneksel bilime hâkim olan
lineer düşünmenin sınırlı olmasıdır. Lineer düşünme, sistemin parçalarını
derinlemesine inceleyemez, sistemin doğasını anlayamaz ve birbiriyle
bağlantılı birçok parçadan oluşan karmaşık sistemleri açıklayamaz
(Wardman, 1994).
Değişim
yönetiminde sistem düşüncesinin önemi
Sistem
düşüncesini örgütlerde hayata geçirmek için birkaç değişik yaklaşım ve bunların
kendilerine özgü teknikleri var. Bu yazıda bunlara girmeyeceğim ancak örgütsel
değişimde çok kullanılan metodolojilerden biri de “Örgütsel Öğrenme” diye
bilinen ve Peter Senge’ye ait olan yaklaşımdır. Senge değişimde örgütsel
öğrenmenin rolünü önceller ve örgütsel işleyiş bozukluklarını teşhis etmek ve
performans gelişimi sağlamak için bazı teknikler geliştirir. Bu teknikler yine Peter Senge tarafından kaleme alınan "Beşinci Disiplin" isimli kitabında yer almaktadır.
Nereden
başlamalı?
Lineer
düşünceden sistem düşüncesine geçmeye başlamanın bir yolu, bir olgunun problem
mi yoksa sadece daha derin bir şeyin semptomu mu olduğunu belirleme pratiği
yapmaktır. Doğrusal düşünme, yüzey düzeyindeki (aysbergin görünen kısmı) davranışları
veya semptomları ele almaya odaklanma eğilimindedir. Ne yazık ki bir semptomun
ortadan kalkması sorunu çözmez. Aslında, işleri daha da kötüleştirebilir ve
organizasyonun diğer bölümlerinde etkilere neden olabilir. Sistem odaklı bir
yaklaşım benimseyen bir yönetici, semptomlardan herhangi birini ele almadan
önce altta yatan sorunu anlamaya çalışacaktır. Genellikle gerçek problem
çözülürse semptomlar da ortadan kalkar. Örneğin bu yaklaşıma göre eğitim almış
bir doktor, vücudun herhangi bir bölümünde oluşan bir sorunun diğer vücut
birleşenlerini de etkileyeceğini bilir. Sorun ortadan kalktığında bambaşka bir
bölgede ortaya çıkan semptomda yok olacaktır.
Derleyen
ve Yazan
Serdar
Yurdakul